1984 yılları Üniversitelerde 12 Eylül 1980 darbesinin etkisi devam ediyor. Tıp Fakültesi birinci sınıf öğrencisiyim. Üniversite de başörtüsünün yasaklandığı söylentisi dolaşıyor. “Söylentidir, üniversitelerde böyle yasaklar olmaz, üniversitenin yapacağı o kadar işi varken, başörtüsü ile mi uğraşacak?” diyorum. Ama YÖK tarafından başörtüsünün yasaklandığı açıklanınca, söylentilerin gerçek olduğunu anlıyorum. Hayal kırıklığım altı yıllık öğrencilik hayatımda da devam ediyor. Bu arada başörtüsünü çıkarıp derslere devam etmek zorunda kalan öğrencilerin yanı sıra, başörtüsü ile derslere girmek isteyenlerin mücadelesi de devam ediyor. Ama bir kısmı eğitimini bırakmak zorunda kalıyor. Bu durum tüm ülkede yıllarca devam ediyor. --- 2003 yılı başları Üniversitede 28 Şubat süreci ve uzantılarının etkisi devam ediyor. Ben Tıp Fakültesi’nde üç senedir öğretim üyesiyim. Başörtüsü problemi üniversitelerde hala devam ediyor. Artık öğretim üyesi olarak başörtüsü probleminin daha farklı boyutlarına şahit oluyoruz. Bizden başörtülü öğrencileri derslerden çıkarmamız isteniyor. Bir kısım öğretim üyesi bunu zevkle yapıyor. Sayıları parmakla sayılacak kadar az olan bir kısım öğretim üyesi ise buna karşı çıkıyor. Ben görevimin eğitim olduğunu, başörtülü öğrencileri sınıftan çıkarmak olmadığını düşünüyorum. Bu düşüncemi de uyguluyorum. Duayen muhafazakâr hocaların (!) bir kısmı, başıma bazı sıkıntılar gelebileceğini söylüyorlar. Bende “yasağı koyanlar gelsin uygulasın, benim görevim değil. Öğrencinin başörtülü olup olmaması beni ilgilendirmez” diyorum. --- 2003 yılı sonları, Yardımcı doçentlik sürem doluyor, süre uzatımı için bilimsel dosyamı hazırlıyorum. Aynı zamanda doçentlik sınavı için de bilimsel dosyamı hazırlıyorum. Toplam on dosya hazırlıyorum. Üç tanesini yardımcı doçentlik süre uzatımı için üniversiteye veriyorum. Diğerlerini ise doçentlik sınavı için Üniversitelerarası Kurul’un (ÜAK) belirlediği jüri üyelerine gönderiyorum. Yardımcı doçentlik süre uzatma işlemi daha önce sonuçlanıyor. Bilimsel dosyam yeniden süre uzatımı için yeterli görülmüyor. Üniversite ile ilişiğim kesiliyor. Bir başka ifade ile üniversiteden atılıyorum. Üniversite yönetimi tarafından iki doçent ve bir profesörden oluşturulan baştan kurgulanmış jüri, kararlarını üniversite yönetiminin istediği şekilde veriyor. Ben İdare Mahkemesi’ne gidiyorum, yürütmeyi durdurma ve yeniden göreve iademi istiyorum. --- 2004 Mart ayı, Normalde mahkeme tarafından çok kısa sürede verilmesi gereken ara karar, olumlu ya da olumsuz bir türlü verilmiyor. Ben bir taraftan mahkeme, bir taraftan da doçentlik sürecimi takip ediyorum. Doçentlik jüri üyelerimden birisi ile görüşüyorum. Bana “Hiç tahmin edemeyeceğin yerlerden telefonlar geliyor. Birçok şey söyleniyor hakkında. Mesela eşinin başı kapalıymış…” diyor. Ben “Hocam, üniversiteden atılan bir doçent adayı olarak sizinle görüşüyorum. Şunu bilmenizi istiyorum. Benim eşim üniversitede öğretim görevlisi, başının kapalı olması mümkün değil. Ama başını kapatmak isterse de kendisine saygı duyarım. Ben sizin sadece bilimsel dosyamı değerlendireceğinize inanıyorum…” diyorum. Sonuç; ÜAK tarafından profesörlerden oluşturulan jüri dosyamı inceleyecek, bilimsel yönden doçentlik için yeterli olduğuma karar veriyor. Bende bu kararı İdare Mahkemesi’ne sunuyorum. İdare Mahkemesi “Doçentlik için yeterli görülen dosyanın, bir alt unvan olan yardımcı doçentlik için yeterli görülmemesini hukuka uygun bulmuyor, beni görevime iade ediyor. Bu arada doçentlik sınavını da başararak doçent oluyorum. Ama değişen bir şey olmuyor. Üniversite idaresi üç yıl boyunca doçentlik kadroma atamayarak beni mağdur ediyor. Üniversite yönetimine ne mi oluyor? Üniversite Rektörü Ergenekon Davası’ndan tutuklanıyor, aylarca hapiste kalıyor, 10 yıl ceza alıyor. Ben ise şu anda üniversitem de, profesör kadrosunda, yine gereksiz yasaklara karşı çıkarak görevimin başındayım.   Selam ve saygılarımla   Prof. Dr. Ersan Odacı 12.11.2013 eodaci@gmail.com