Altınbaş Üniversitesi Tıp Fakültesi, Diş Hekimliği Fakültesi ve Eczacılık Fakültesi tarafından düzenlenen Sağlık Kongresinde Cumhuriyet’in 100. Yılında Çocuk ve Kadın Sağlığı konuları ele alındı. Dr. Yankı Yazgan, Prof. Dr. Oya Gökmen, Prof. Dr. Canan Seren gibi uzman akademisyen ve doktorların katıldığı kongrenin açılışını Üniversitenin Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ali Argun Karacabey yaptı. Prof. Dr. Karacabey, üniversite olarak Cumhuriyetin 100. Yılını geçen sene 10 Kasım’da Atatürk’ün manevi huzurunda Selanik’e gerçekleştirdikleri ziyaret ile kutlamaya başladıklarına dikkat çekti. Bir yıla yayılan sürede kitap yayınından, bilim ve sanata kadar pek çok önemli etkinlik düzenlediklerini kaydetti. Bu kapsamdaki sağlık kongresinin de Atatürk’ün önemli gördüğü iki temayı, Cumhuriyeti ve modern toplumu emanet ettiği çocuklar ile onları yetiştirecek kadınların sağlığını, gündeme getirerek farkındalık oluşturmayı amaçladığını dile getirdi. Altınbaş Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı, Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Tunç Fışgın ise 100 yılda Türkiye Cumhuriyeti’nin sağlık alanında gerçek bir başarı hikayesi oluşturduğuna değindi. Özellikle çocuk ve kadın sağlığının ve bu konuda atılacak adımların geleceğin inşasında da büyük önem taşıdığına işaret etti.

“Cumhuriyetin ilk 10 yılında önemli bir sıçrama yaşandı”
19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Neonatoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Canan Seren, kongredeki sunumunda Türkiye’de çocuk sağlığında 100 yılda nereden nereye gelindiğini anlattı. Ülkemizin ilerlemesinde ana güç, kaliteli, iyi yetişmiş insan gücü olduğundan, cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte sağlığa, özellikle de çocuk sağlığına büyük önem verildiğine değindi. TBMM’nin çıkardığı 3. Kanunla, Sağlık Bakanlığı’nın kurulduğu bilgisini vererek, nüfusun yaklaşık 13.5 milyon olduğu bir dönemde, bebek ölüm hızının ise 1923’de 250/1000 olduğunu tahmin edildiğini söyledi. Ancak bazı toplumsal araştırmalarda doğan her iki bebekten birinin iki yıl içinde kaybedildiği de kaydetti. Prof. Dr. Seren, “1923 yılında sağlık personeli sadece 554 doktor, 60 eczacı, 4 hemşire, 560 sağlık görevlisi ve 136 ebeden oluştuğunu hatırlatarak, 1930-1940 arasında ise Cumhuriyetin ilk 10 yılında önemli bir sıçrama yaşandığını belirtti. Hekim sayısı bin 930’da bin 182’ye, 1940’ta 2 bin 387’ye yükseldi bilgilerini paylaştı.

“Cumhuriyet, çocuk sağlığı açısından bir başarı öyküsüdür”
Türkiye Cumhuriyeti’nin çocuk sağlığında gerçek bir başarı hikayesi oluşturduğunu değinen Prof. Dr. Seren, “İlk pediatri kliniği İstanbul Kadırga Kadın Doğum Kliniğinde 10 yatakla açıldı. 1928’de ilk özel pediatri eğitimi İstanbul Üniversitesi tıp Fakültesi Hastanesi’nde başladı. İzmir’de ülkemizin ilk çocuk hastanesi olan İzmir Behçet Uz Çocuk Hastanesi 150 yatakla açıldı. 1930’da Türk Pediatri Kurumu “Pediatristler Konseyi” adı ile açıldı” diye konuştu. Bu noktada Nazi Almanya’sından kaçarak ülkemize gelen Ordinaryüs Prof. Dr. Albert Eckstein’dan bahsetmek gerektiğini söyleyen Seren, “Bakan Refik Saydam’ın isteğiyle Anadolu’yu köy köy gezerek sorunları tespit etmesi ve belgelemesiyle önemli bir yol alındığını” belirtti. O tarihte Prof. Dr. Albert Eckstein Türkiye Cumhuriyeti’ndeki, ilk dört bulaşıcı hastalık olan sıtma, verem, trahom, frengi ile mücadeleyi başlattıktan sonra, “çocuk sağlığı ve hastalıklarına eğilindi” dedi.

“Araştırma- Geliştirme gelecek 100 yılın da konusu olmalı”
Altınbaş Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Dr. Başak Adaklı Aksoy, araştırma geliştirme çalışmalarının önemine değindi. ABD’de kişi başı kanser araştırma harcamasının 2006 verisine göre 267 dolar, Japonya’da 195 dolar, İtalya 185 dolar, Fransa’da 156 dolar, Yunanistan’da ise 134 dolar iken, bunun Türkiye’de 42 dolar olduğuna dikkat çekti. Ar-Ge çalışmalarına gelecek 100 yılda daha fazla kaynak aktarılması gerektiğinin altını çizdi. Türkiye’de en önemli eksikliğin bir de veri olduğuna değinen Dr. Başak Adaklı Aksoy, “2002’de Türk Pediatrik Onkoloji grubu ve Türk Pediatrik Hematoloji gruba veri birleştirmeye başladı. Sağlık Bakanlığı da protokolle bu sürece katılarak 2006’dan itibaren birleşik veri tabanı oluşturdular. Türkiye de şu anda kaç hasta var, nasıl tedavi edilmişler gibi verileri buradan takip edebiliyoruz.” değerlendirmesini yaptı.

“Çocuk çağı kanserlerinin tedavilerinde öğretmene de sosyal hizmet görevlisine de ihtiyaç var”
Türkiye’de pediyatrik kemoterapi ve onkolojinin bütün bir branş olarak ele alındığına işaret eden Dr. Aksoy, “Esas sorunumuz sayıca hala az olmamız. Ayrıca sadece hekim grubunun yeterli olması da yetmiyor. Çünkü biz hastanın tanısını koyup tedavisini düzenlesek de ideal modelde uzmanlaşmış farklı dallara da ihtiyaç var. Kuvvetli bir hemşire ekibi, ilaç tedavisinin nasıl, ne zaman yapılacağına ışık tutabilen farmakologlar, çocuk hastaların bir eğitim hayatı olduğu da unutulmayarak eğitimci öğretmen kadrosu ve psikologlar, yaşam alanlarını nasıl düzenlenmesi gerektiği belirleyen sosyal hizmet uzmanları olmalı. Bu modelin bütün vatan sathına yayılması, spesifik olarak en çok görülen çocukluk çağı kanserlerinin tedavisinde önemli yol kat edilmesini sağlar ” önerilerini de dile getirdi.

“16 binden fazla ürünle, 185 ülkeye ihracat yapılıyor”
Uzun yıllar Türk ve İtalyan ilaç sektöründe üst düzey yöneticilik yapan Dr. İsmail Yormaz ise Türk ilaç sektörünün 100 yıllını değerlendirdi. Türkiye’de Aralık 2022 itibariyle faaliyet gösteren yaklaşık 855 kuruluş, uluslararası standartlarda üretim yapan 103ilaç ve radyofarmasötik üretim tesisi ile 13 hammadde üretim tesisi bulunduğu bilgisini verdi. Dr. İsmail Yormaz, 16 binden fazla ürünle yaklaşık 185 ülkeye ihracat gerçekleştirildiğini dile getirdi. 2015- 2022 yılları arası dönemsel olarak ilaç pazarının 2015 yılındaki 17,6 milyar TL düzeyinden yüzde 525,6 oranında artışla 2022 yılında 109,8 milyar TL düzeyine ulaştığını söyledi. Bu büyümenin, bileşik bazda (CAGR) yüzde 29,9 düzeyinde bir artışa denk geldiğini ifade etti.

“7 Milyar dolarlık (USD) daha ihracat yapılmalı” Dr. İsmail Yormaz’a göre yıllık enflasyon göz önünde bulundurulduğunda aslında istenen hedefe henüz ulaşılamadı. Devletin 4 Eylül 2022 tarihli ve 31943 sayılı Resmî Gazete’de (Mükerrer) yayımlanan Orta Vadeli Program’da (2023 -2025) küresel rekabet gücünün artırılması ve dışa bağımlılığın azaltılması için ihtiyaç duyulan aşı, ilaç, tıbbi cihaz, tanı kiti ve yapay zekâ tabanlı sağlık teknolojilerinin geliştirilmesine yönelik projelerin desteklenmesi kararı önemli bir adım. Ek olarak ilacın 2023 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programında da stratejik öneminin teyit edildiğini hatırlatan Dr. Yormaz, “Ancak reel olarak daha kat edecek yolumuz var. Dünya sıralamalarına bakıldığında Türkiye, 2018 yılında dünya ilaç ihracatı sıralamasında 30. sırada iken ithalatta 23. sırada yer alıyor. 2022’de 1.5 milyona dolara ulaşan dünya ilaç pazarında ise Türkiye 21. Sırada. İhracat ve İç Pazar ihtiyaçlarını karşılayan Türk ilaç Sektörünün bu pastadan aldığı pay yaklaşık 5,5 milyar dolar ile yaklaşık yüzde 0,37. Bu oran 2021’de ise yüzde 0,84 idi. Türkiye’nin gerçek potansiyelini yakalaması için yaklaşık 7 milyar dolarlık daha ihracat yapması gerekiyor ” değerlendirmelerini yaptı.
Bunun da ancak uzuna vadeli AR-Ge çalışmalarıyla mümkün olabileceğini vurgulayan Dr. Yormaz, Türk yatırımcısının biraz sabırsız olduğunu, hemen sonuç almak istediklerini kaydetti. Dr. Yormaz, “Türkiye 3 yaştan büyük ürün lansmanı sıralamasında 68. Sırada. Lansmanını gerçekleştirdiği ürünlerin yüzde 54’ü 3 yaştan büyük. ABD’de ise üretilen ilaçların yüzde 99’u, Almanya’da üretilen ilaçların yüzde 96’sı, İngiltere’de üretilen ilaçların yüzde 95’i üç yaştan küçüktür. Sonuç olarak, ABD, Almanya ve İngiltere gibi gelişmiş ülkeler henüz keşfedilmemiş ilaçlara odaklanıyor ve ürettiği ürünlerin yüzde 99’nu yeni ürünler oluşturuyor ” diyerek sözlerini tamamladı.