Bitkilerin önde gelen uzmanlarından olan Prof. Dr. Aysun Bay Karabulut, son çalışmalarında siyanür ve altın madenleri arasındaki ilişkiyi vurguladı. Karabulut’un yaptığı araştırmalar, altın madenciliği faaliyetlerinin çevresel etkilerinin değerlendirilmesinde bitkilerin önemli bir rol oynayabileceğini gösteriyor.
Prof. Dr. Aysun Bay Karabulut, altın madenlerinin işletilmesi sırasında kullanılan siyanürün, çevre ve biyolojik çeşitlilik üzerindeki olumsuz etkilerini inceledi. Karabulut, yapılan gözlemler ve verilerin, siyanürün bitkiler üzerinde ciddi zararlara yol açabileceğini ve ekosistemlerin dengesini bozabileceğini gösterdiğini ifade etti.
Konuyla ilgili bir açıklama yapan Prof. Dr. Aysun Bay Karabulut, "Altın madenciliği gibi endüstriyel faaliyetlerin çevresel etkileri üzerinde durulması gerekiyor. Siyanür kullanımı, özellikle bitki örtüsü ve toprak kalitesi üzerinde ciddi zararlar verebilir. Bu nedenle, madencilik endüstrisi ve çevre koruma uzmanları arasında işbirliği yaparak daha sürdürülebilir çözümler geliştirmeliyiz" dedi.
Prof. Dr. Aysun Bay Karabulut’un çalışmaları, altın madenciliği gibi endüstriyel faaliyetlerin çevresel etkilerini azaltma ve doğal yaşamı koruma konusunda farkındalık oluşturmayı amaçlıyor.
Siyanür ölçümünün genellikle çeşitli analitik kimya teknikleri kullanılarak yapıldığını belirten Karabulut, “Bu teknikler arasında spektrofotometri, elektrokimyasal yöntemler ve kimyasal analiz gibi yöntemler bulunur” dedi.
Prof. Dr. Karabulut bazı yaygın ölçüm yöntemlerinin siyanür konsantrasyonunu ölçmek için laboratuvar ortamında kullanılan yaygın teknikler olduğunu söyleyerek, “Ancak, saha testleri için hızlı ve taşınabilir siyanür ölçüm cihazları da bulunmaktadır. Siyanür ölçümü yapılırken dikkat edilmesi gerekenler arasında, doğru örnekleme, kalibrasyon ve güvenlik önlemlerinin alınması bulunur. Siyanürün izin verilen dozları, genellikle ülkenin veya bölgenin sağlık ve çevre düzenlemelerine göre belirlenir. Bu dozlar, insan sağlığına zarar vermeden önceki güvenli seviyeleri belirtir ve çeşitli faktörlere bağlı olarak değişebilir. Örneğin, ABD Çevre Koruma Ajansı (EPA), içme suyundaki siyanür konsantrasyonunu 0.2 mg/litre olarak belirlemiştir. Avrupa Birliği’nde (AB) ise içme suyundaki siyanür konsantrasyonu için referans değer 0.05 mg/litre olarak kabul edilmiştir. Bu değerler genellikle içme suyu kalitesini korumak için belirlenen düşük konsantrasyonlardır. Endüstriyel işletmelerde kullanım için izin verilen siyanür miktarları da ülkeden ülkeye değişiklik gösterebilir. Ancak, genel olarak endüstriyel kullanımlarda da düşük konsantrasyonlar tercih edilir ve güvenlik önlemleri sıkıca uygulanır.” dedi.
Siyanürün doğada çeşitli biçimlerde bulunabileceğini de belirten Prof. Dr. Karabulut, siyanürün doğal olarak bulunduğu bazı yerleri ise şöyle sıraladı:
“Bazı bitki türleri, özellikle yüksek siyanür içeriğine sahip olan bazı çeşitler, doğal olarak siyanür üretebilir. Özellikle yırtıcı hayvanları savuşturmak için bazı bitkilerde siyanür içeren bileşikler bulunur. Bu bitkiler arasında yıldız çiçeği, yılanotu ve bazı yonca türleri bulunur. Siyanür, bazı minerallerde ve toprakta doğal olarak bulunabilir. Örneğin, siyanür, bazı metal cevherlerinin bir parçası olarak madenlerde bulunabilir ve bu cevherlerin işlenmesi sırasında serbest bırakılabilir. Yine siyanür, bazı su kaynaklarında doğal olarak bulunabilir. Özellikle volkanik aktivite veya diğer doğal jeolojik süreçler sonucu suya karışabilir. Bazı gıda maddelerinde doğal olarak bulunan siyanür, örneğin, badem çekirdeklerinde ve bazı çekirdekli meyvelerde (örneğin, kayısı çekirdeği) küçük miktarlarda siyanür içeren bileşikler bulunabilir. Ancak, bu gıdalardaki siyanür miktarı genellikle insan sağlığına zararlı olmayacak kadar düşüktür ve normal beslenme yoluyla zararlı seviyelere ulaşması nadirdir.”
Bu kaynaklardaki siyanürün çeşitli doğal süreçler ve insan faaliyetleri aracılığıyla çevreye salınabileceğini de ifade eden Karabulut, “Bu nedenle, siyanürün doğal kaynaklardan gelen emisyonları, çevresel etkilerin değerlendirilmesinde önemli bir rol oynar” dedi.
Siyanür maruziyetini önlemenin önemli yollarına da değinen Prof. Dr. Karabulut, siyanür içeren maddelerle çalışırken uygun güvenlik prosedürlerinin uygulanmasının önemli olduğunu söyledi. Bu prosedürlerin başında kişisel koruyucu ekipman kullanımını ve siyanürle teması minimize etmek için tasarlanmış özel işlemlerin geldiğini belirten Karabulut, “Siyanürün tehlikeleri hakkında çalışanları eğitmek ve bilinçlendirmek, maruziyeti önlemenin önemli bir parçasıdır. Bu eğitim, siyanürün potansiyel etkilerini, güvenli kullanım yöntemlerini ve acil durum önlemlerini içermelidir. Siyanür içeren maddelerle çalışılan alanlarda iyi havalandırma sağlanmalıdır. İyi havalandırma, işyerinde siyanür gazlarının birikmesini önler ve işçilerin solunum yoluyla maruz kalma riskini azaltır. Siyanür maruziyetini önlemek için uygun kişisel koruyucu ekipmanın (gözlük, maske, eldiven vb.) kullanılması önemlidir. Bu ekipman, cilt temasını ve solunum yoluyla maruziyeti minimize etmeye yardımcı olur. İşyerlerinde düzenli olarak iş sağlığı ve güvenliği denetimleri yapılmalı ve uygun güvenlik önlemlerinin uygulanıp uygulanmadığı kontrol edilmelidir. Siyanür maruziyeti durumunda acil durum planları ve prosedürleri bulunmalıdır. İşçilerin siyanür zehirlenmesi durumunda nasıl hareket etmeleri gerektiği konusunda eğitilmelidir. Siyanür içeren maddelerin doğru bir şekilde saklanması, kullanılması ve imha edilmesi önemlidir. Atık yönetimi prosedürlerine uygun olarak atık maddelerin kontrol altında tutulması gerekir” ifadelerine yer verdi.
Bu önlemlerin, siyanür maruziyetini minimize etmeye ve iş sağlığı ile güvenliğini sağlamaya yardımcı olacağını kaydeden Karabulut, “İşyerlerinde bu önlemlerin titizlikle uygulanması, çalışanların sağlığını ve güvenliğini korumak için önemlidir” dedi.
Prof. Dr. Karabulut, siyanürle ilgili konuştu
Bitkilerin önde gelen uzmanlarından olan Prof. Dr. Aysun Bay Karabulut, son çalışmalarında siyanür ve altın madenleri arasındaki ilişkiyi vurguladı. Karabulut’un yaptığı araştırmalar, altın madenciliği faaliyetlerinin çevresel etkilerinin değerlendirilmesinde bitkilerin önemli bir rol oynayabileceğini gösteriyor.